14 Şubat 2015 Cumartesi

"Sevgili Sevgilim"e

<< Sevgi’ye…

Herkesin hayata dağılıp yaşamını sürdürdüğü, benim ise yalnızlığımla yalnız kaldığım zamanlarımdı. Zorlu bir yarıştan diskalifiye olmuş, her şeyden geri kalmışlığım olan zamanlar…
Her şey o zamanlarda başlamıştı. Sonbaharın hükmünü hissettirdiği bir Ekim (18) akşamında, kalabalığın içinde gördüm onu… Aynı ben gibi bakmıştı bana, içten bir “Hoşgeldiniz” diyerek…
Karanlığın içinde parlayan bir dua gibiydi gözleri, su gibi yalansızdı, yüreğime akan bir nehir gibi… “Hoş bulduk” dedim boğazımda hafif bir hırıltıyla, sanki sesimi yükseltsem kırılıp incinecekti. O kadar narin görünüyordu ki, kendini hayatın kalabalık yalnızlığına terk etmiş gibiydi. Hani ilk bakışta aşk bu deseler, inanırdım o anda… Sonra o akşam, ertesi akşam ve her akşam gittim onu görmeye çalıştığı kafeye. Herkesten farklı bir dünyası vardı; izlerken ifade ettiği mimikleri, yanımdan geçerken hissettiğim kokusu çok tanıdıktı sanki bana… 1-2 hafta sonra ilk defa bu kadar yakın olduk, bana “Kahve içer misiniz?” dedi. “Tabii ki” dedim başımı hafifçe eğerek, tam da kafenin kapanma vakitleriydi. Her yer toparlandı, en son benle arkadaşım, o ve patronu kalmıştık. “Kapatıyoruz” kelimesini duymaktan korkuyordum, fakat bana “Falına bakmamı ister misin? İçimden geldi bak.” Dedi gülümseyerek, ben de kibar bir çapkınlıkla “Evet” dedim; her ne kadar inanmasam da yeter ki yanımda beş dakika daha fazla otursun diye. J
Ve ilk defa biri hayatımı bir fincandan satır satır okudu bana, sanki her anı her sıkıntıyı her nefreti ve her mutluluğu benimle birlikte yaşamıştı. Böyle bir şey olamaz dedim içimden ve o gece gariplikler devam etti. Rüya görmeyen ben, o gece ilk defa rüya görmüştüm. Onu görmüştüm. Beyaz dantelli bir gelinlikle sahil kenarında elini bana uzatarak “Gel” diyordu. Kan ter içinde uyandım ve “İşte bu benim hayatımın kadını!” dedim. Ertesi gün telefona sarıldım, cesaret ve korkuyla aradım onu. O kadar başka bir his ki bu anlatılmaz; sanki 20 yıldır benimleydi, benimdi gibi, sanki dünya eksen hayat her şey ikimizin etrafında dönüyordu. Sabah-öğlen süregelen telefon konuşmalarıyla akşamı zor ediyordum. İşten çıkar çıkmaz soluğu yanında alıyordum, onu tanıdıkça ruh ikizim olduğunu anlıyordum.
Sevdim, sevdikçe daha da güçlendim, güçlendikçe daha da cesaretlendim ve gördüm ki onun içinde kocaman bir yürek, ama yüreğinin içinde de küçücük bir çocuk vardı. O kadar zordu ki kalbine inebilmek, duvarları o kadar kalın o kadar sertti ki… Korkuyordum bulduğum değeri kaybetmekten, her anımı her anıyla dolduran kadını incitmekten, sevginin sevilmenin merhametin doğruluğun ne olduğunu bilen, baktığında insanın içine işleyen su gibi gözlerini kaybetmekten korkuyordum.
Yaklaşık 4 aydır beraberdik. Ben cesaretimi toplamıştım. 13.02.2013 akşamı “Her zaman gittiğimiz yere gidelim mi?” diye sordum, hiç hayır demedi ki bana “olur” dedi. İş çıkışında büyük bir heyecanla gittim yanına ve evet artık söyleyebilirdim.  Çok bilmem süslü sözleri aslında ama ona aldığım yüzüğü uzattım, gözleri dolu dolu olmuştu, bir çocuk gibi ağlıyordu ve “Evet” demişti. Olmuştu rüyam gerçekten gerçek olmuştu. J
Ve eklemişti gülerek “Biz seneye 14 Şubatta da evleniriz.” diye. Kalbi o kadar temizdi ki… J
Biz o gün, yani bugün, yani tam bir sene sonra, şimdi bir sene önce evlenmiştik! >>


Bu güzel tanışma hikayelerini benimle paylaştıkları için Murat & Güniz Menteş çiftine çok teşekkür ediyorum ve hem Sevgililer Gününü hem de evlenme yıl dönümlerini kutluyorum. Aşk dolu bir ömür diliyorum. :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder