30 Mart 2013 Cumartesi

ŞİMDİ DEĞİL İSE NE ZAMAN ?!

Herkes mutlu olmak ister.Şu ya da bu sebepten dolayı kalp kırıklıkları, can sıkıntıları, uzaklıklar, mutsuzluklar yaşamaya o kadar müsaittir ki insanoğlu; aslında mutlu olmak için bir çok sebebi varken...

Murathan Mungan'dan "mutluluğa" dair güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan, hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız.
Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz.
Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.
Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır.Eğer şimdi değil ise ne zaman? Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır.En iyisi bunu kabul edip, her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.
En sevdiğim sözlerden biri Alfred De Souza’ya aittir.Der ki; ”Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu.Sonra hayat başlayacaktı.Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı.Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi.Mutluluk yoldur.Öyleyse sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için ona daha fazla değer verin.Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse ,
okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar, işe başlayana kadar, evlenene kadar, cuma gecesine kadar, pazar sabahına kadar, yeni bir araba ya da ev alana kadar, borçları ödeyene kadar, ilkbahara kadar, yaza kadar, sonbahara kadar, kışa kadar, maaş gününe kadar, şarkınız söylenene kadar, emekli olana kadar,
ölene kadar…
MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ ‘AN‘ DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN.
MUTLULUK BİR VARIŞ DEĞİL, BİR YOLCULUKTUR.PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU İNSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA.
OYSA MUTLULUK İNSANIN BOYU HİZASINDADIR.
Unutmayın; ”YARIN KİMSEYE VAAT EDİLMEMİŞTİR.”
Aşkla kalın...

28 Mart 2013 Perşembe

BAHAR TRENDİ : "BİRİKTİRMEYİN!"

Bahar aylarında güneşin sıcağı hafiften ısıtırken içimizi, yüklerimizden kurtulmak ve hayatımızı düzene koymak için daha enerjik hissederiz.Gerekli gereksiz her türlü yükten kurtulup, yenilenmek için en ideal zamandır.
Kompulsif biriktirme, yani biriktirme hastalığı, her 50 kişiden birinde görülüyor; özellikle kadınlarda.Genellikle ergenlik döneminde başlıyoruz biriktirmeye; küçülseler bile kıyafetleri, kırılsalar bile tokaları, hissetmenin acı verdiği duyguları, veletken adının "aşk" olduğunu sandığımız adamları, yazmaktan bıkmadığımız günlükleri, "onsuz yapamam" dediğimiz arkadaşlarımızı vs vs...Geleceği yaşamak derdine düşüp de, geçmişle boğuşmaktan geri kalmayan yanlarımız var illa ki.

Peki hiç düşündünüz mü, içimizdeki biriktirme isteği neden oluşuyor?



AZ OLSUN, ÖZ OLSUN!
Bir bahaneyle ya da bir şekilde eski eşyalarını atmayarak, saklayarak daha mutlu hisseden insanların sayısı bir hayli yüksek.Özellikle kadınlar, eski olmasını önemsemeksizin bir çok eşyası ile arasında oluşturduğu manevi bağı kolay kolay söküp atamıyorlar.Eski eşyalarınıza yüklediğiniz anlamlar ister istemez bir sorumluluk yaratıyor.Atınca kendinizi suçlu hissedeceğiniz duygusuna kapılıyorsunuz.Eşya biriktirmektense, daha az şeye sahip olup kendinize yük katmasanız ya..
Erkekler bu durumda biz kadınlardan biraz daha şanslılar...Neticesinde dolaplarında birkaç t-shirt ve pantolonla hayatlarını devam ettirebiliyorlar. :)



Duygusal yüklerden kurtulmak ise her zaman daha fazla zorlar.Korkmayın! Sizi pozitif anlamda besleyeceğine inanmadığınız hiç bir duygu ve düşünceye tutunmayın.Yaşadıklarınız ne kadar zor ve acı da olsa, ne kaybettiğinizi ve kazandığınızı belirleyip anı yaşamaya odaklanın.
Geçmiş ile boğuşurken ya da gelecek için kaygılanırken, şu an yaşayabiliteniz olan mutluluklar uçup gidiyor.Mutluluk asla sizin dışınızda gelişen bir duygu değil, arayıp da bulunacak bir şey de değil."Onsuz yapamam." dediğiniz kişiler de, duygular da, düşünceler de gün gelir değişir.Neden erteleyesiniz.

Birikimler zamanla patlamalara neden olabilir; bir gün fazla kıyafetten dolabınız çöker ya da içinizde sıkışıp kalan duygular krizlere yol açar.Siz iyisi mi, biriktirmeyin!

17 Mart 2013 Pazar

Erkek "evlenmek" İsterse ?

Uzun uzadıya ilişkilerin sonunda, özellikle biz kadınların en büyük beklentisidir; evlilik...Erkeklerde ise durum biraz daha değişik oluyor maalesef.
Hep söylenir ya, "Erkeği nikah masasına oturtmak kolay iş değildir." diye.Ben zorlamamak gerektiğinden yanayım.Zihniyet olarak "gelirse benimdir gelmezse zaten hiç benim olmamıştır" düşüncesini benimsememden kaynaklanıyor sanırım. :)

Peki sizde durum nasıl? Erkek arkadaşınızın sizinle evlenmek isteyip istemediğini merak etmiyor musunuz? Evlenmek isteyen erkek arkadaşınızın aslında size verdiği ipuçlarında çok şey gizli...
İşte erkeğin evlenmek istediğine dair 5 işaret;


Erkeklerin çoğu parasının hesabını bilmez, bir de şu "erkeklik gururu" denen şey vardır ya...Bir ortamda en büyük gurur kaynaklarından biri zenginlikleri sanır bir çoğu maalesef ki.Bir takım alışkanlıklarından vazgeçip, yatırım yapmaya başlayan bir erkek ise evlilik fikrine alışıyor demektir.Uzun vadeli planları arasında ev almak ya da para biriktirmek gibi işlerler uğraşmaya başlar.İlk önce evlilik için kendini yeterli hissetmek isteyen bir erkekle karşı karşıyasınız.

Erkekler bir kadına olan bağlılığından kesin olarak emin olmadığı sürece aile ve çocuk konularından bahsetmezler.Dikkat çekici bir nokta daha işte; artık çocuk sahibi olmaktan bahsediyorsa evlilik fikri ufaktan ufaktan kafasına yerleşiyor demektir.

Erkeklerin işler ciddiye binmeden kız arkadaşlarını aileleriyle tanıştırmak gibi bir adetleri yoktur.Biz kadınlar bu konuda hep biraz daha yüksek beklentilerle, daha aceleci tavırlar sergilerken; erkekler son noktaya kadar beklemeyi tercih ederler.Fakat artık ailesinin neredeyse bütün üyeleri ile tanıştırılmış ve aile içindeki yerinizi yavaş yavaş almaya başladıysanız müjdemi isterimmmm.Er ya da geç sizi eşi yapacak bir erkek var karşınızda... :)



Bütün erkekler az ya da çok bilemem ama "çapkındır".Ciddi bir ilişkileri yoksa da bu çapkınlıkları devam eder.İşler ciddileşmeye başladığında, sadece sizinle bir aile kurmak isteyen erkek arkadaşınızı sokakta bile başka kadınlara bakarken yakalamıyorsanız, evlilik çanları çalmaya başlıyor demektir.




Erkekler, özellikle hemcinslerinin olduğu bir toplulukta sevgilerini ve ilgilerini göstermekten pek hoşlanmazlar.Biz kadınlarsa bu tavırları "benden utanıyor, beni yanında istemiyor, benimle ilgilenmiyor..." gibi çeşitli paranoyalarımızla süsleriz. :) Erkeklerin tavırları tamamen içgüdüseldir.Orada maç muhabbeti yapılırken, geçen gün gördükleri hatundan bahsedilirken size nasıl yakınlık göstersin ama öyle değil mi...Fakat evlilik fikriyle gelişen aidiyetlik duygusuyla sizi daha fazla sahiplenme çabasındaki erkek arkadaşınız, artık toplum içinde küçük bir öpücükle ya da fiziksel bir yakınlıkla bunu ilan etmek ister.

Evlilik söz konusu olduğunda erkekleri kendi haline bırakıp izlemekten daha keyiflisi yoktur, benden söylemesi... :)

Aşkla kalın... :)

8 Mart 2013 Cuma

DÖNÜM NOKTASI : "NE İSTE-ME-DİĞİMİ BİLİYORUM !"

Verilmiş ama bir türlü tutulamamış sözler, tam gerçekleşecekken bir türlü uygun zaman ya da olanak bulunamayan durumlar, hoyratça kullanılan duygular-sözler, iki gönül bir olsun samanlıkta boğulalım tarzında bir anlayış...Derken ne kadar sorun yokmuş gibi görünse de, kafanızda milyon tane soru işaretiyle dolu; yüzünüzü gülümseten, beyninizi mıncık mıncık daraltan bir ilişki...

Kadınların bitmek tükenmek bilmeyen beklentileri ve erkeklerin bir türlü akıl edemediği incelikler...Aslında beklediklerimiz, bir ilişkinin akışında ve temelinde olması gerekenler çoğu zaman.Saygı görmek istemek, değer verilmeyi beklemek, sırtınızı dayadığınızda "Bana kimse zarar veremez." hissini yaşayabilmek, içinizdeki küçük çocuktan dışınızdaki olgun kadına kadar her bir zerrenize dokunmayı başarabilmesi...Yani sanırım sihirli cümle şu; Aynı pencereden bakabilmek ve iki vücutta tek bir beyin taşıyabilmek!




Kadınların beklentileri detayların içinde gizlidir de; erkekler bunun ne kadar farkında ya da bu detayları ne denli fark etmek istiyorlar?
Önemli olan sadece sevmek mi? Yoksa neyi sevmek istediğini bilmek mi? Belki de nasıl bir sevgi istemediğini bilmek, değil mi?

Her şey neyi ve nasıl bir ilişkiyi, hayatı istemediğinizi fark ettiğiniz gün netleşiyor.İstediklerinizi sıralarken rastgele maddeler hazırlayabilirsiniz, eminim.Peki ya istemedikleriniz?






Bütün kadınlar en başta çokça sevilmek, bolca sahiplenilmek ve tamamen ait olmak isterler.
Unutmayın, her ilişkinin temelinde "etki-tepki" unsuru yatmaktadır.Sanmayın ki, siz bir kadını sevdiğinizde, sahiplendiğiniz de ve size ait bir parçaymış gibi hissettirdiğiniz de aksi bir hareketle karşılaşacaksınız.

Kadınlar sevildikçe severler; ne kadar sahiplendiğinizi ve ait hissettirdiğinizi düşünürlerse o kadar sahiplenirler, size ait olurlar.İnce bir dokunuştur kadını mutlu ve değerli hissettiren.
Mesela izlemekten keyif aldığı tarzda bir filme gitmek, içmekten keyif aldığı bir içeceği hazırlamak, yorgun bir günün sonunda saçlarının arasında gezinen elleriniz, beklemediği bir anda kulağına eğilip söylediğiniz sevgi sözcükleri, özel günlerde kendisini özel hissettirmeniz, zaman zaman kıyafetlerinin ne kadar yakıştığından ya da saçlarını ne kadar beğendiğinizden bahsetmeniz, arkadaşlarınızın arasındayken özellikle hitap şeklinize dikkat etmeniz, kavgalı dahi olsanız başka insanlara karşı sevdiğiniz kadını koşulsuzca savunmanız, bir mekanda onun varlığını unutmadığınızı ve birlikte hareket etmeyi alışkanlık haline getirmeniz, her ne kadar hem arkadaşınız hem sevdiğiniz kadın da olsa diğerleriyle kurduğunuz iletişimden bir farkı olduğunu hissettirmeniz, kendi isteklerinize ayırdığınız vakti ve gösterdiğiniz özeni sevdiğiniz kadının istekleri için de seve seve göstermeniz, ayrı kaldığınız günleri doyasıya ve bıkmadan anlatan kadını ilgiyle dinlemeniz, dertlerine ortak olmanız...
Bunları yaparken ne kadar yorulacaksınız bir düşünün.Hayatınızdan neleri feda edeceksiniz, sevdiğiniz kadını mutlu etmek uğruna? Özünüzden ve karakterinizden neler neler eksilecek, biraz daha ince düşüncelerin peşinde? Cebinizden kaç milyon dolar eksilecek acaba, sevdiğiniz kadına değerli olduğunu hissettirirken? Hangi alışkanlıklarınızdan kopmak zorunda kalacaksınız iki saatliğine, bir aşk filmi seyrederken sevdiğiniz kadın yanınızda bütün keyfiyle?

Cevap o kadar açık ki; koskocaman bir "HİÇ"...
Sevdiğiniz insanı düşündüğünüz de yorulmazsınız.Hayatınızdan, özünüzden, karakterinizden, cebinizden hiçbir şey kaybetmezsiniz.Hiçbir alışkanlığınızı terk etmek zorunda kalmazsınız.
"Etki-Tepki"...Ve sonunda, sevdiğiniz kadının yaşadığı tüm mutluluklar, sizin yüzünüze bir gülümseme ve hayatınıza derin bir huzur hissi olup yerleşiverir.

Sevdiğiniz kadının hayatınızdaki yokluğu nefesinizi kesiyorsa ve onsuzluk size iyi gelmiyorsa, o hayatınızdayken yaşatabilecekleriniz ile siz onun ayaklarını yerden kesin.

Aşkla kalın... :)))

2 Mart 2013 Cumartesi

"Bana benİ anlat !"

Ayrılık zamanları kriz anları kaçınılmazdır; insanın kalbinde, duygularında...
Cezmi Ersöz de böyle bir kriz anını dökmüş cümlelerine, adeta içinde kendinizden bir yakarış bulabileceğiniz şekilde...

"Tam kapıdan çıkacakken durdum bir an. Yasadığımız onca şey kalbimden geçti. Kalbimden sen geçtin. Kalbime saplanıp çıkan bir kurşun gibi… İçim dondu bir an. Sonra açtım gözlerimi ve yoluma devam ettim. Her gün binlercesini yaşadığım böylesi anlardan biriydi sadece.. Zamanın dışına çıkıp sonra yeniden hayata girdiğim.. Önce hücrelerime dağılıp sonra yeniden aynı bedende buluştuğum o krizlerden biriydi.Ölüp yeniden dirilmek gibiydi.

Küçük detaylar… anlar uçup giden.. Hangi defterimi açsam sana yazdığım bir cümle bir şiir var.. Hayatım seninle mi geçti? Ben senin için mi doğdum? Gerçek aşk bu mu?


Oysa nasıl da yabancıyız birbirimizin acılarına, nasılda umutsuzuz birbirimize.. Seni anlayabilseydim .. Seni basit kıskançlıklardan arınıp sevebilseydim. Zaman daralıyor, yaşlanıyorsun. Yaşlanıyorum geçen zaman hayatımızdan çalıyor. Nasıl da buluşur yollar… Sonra ansızın bir sapağa döner birisi; diğeri bırakıldığı yerde bir ömür boyu donakalır arkasından…! Bana hayatı anlat…. Bana aşkı anlat! Bütün ezberim bozuldu. 

Kapılarında kalırdım… O kapıdan içeri hiç girmedim mi ben? Hala orada bekliyor muyum ? 

Bu kadar uzağımdayken mi yakınsın bana, bu kadar uzağındayken mi içindeyim?!

Sevgi başka bir şey mi ne olur anlat bana? N’ olur ,anlat, bana!... 

Neyim var ki sığınacak? Başka savunmam yok.” Beni arama görüşmeyelim” demekten başka… Terk edilmiş birinin, beni arama demesinden daha zavallıca ne olabilir ki… 
Bana hayatı anlat! Çöz beni! Bütün acılarımı silip beni baştan yarat! Sonra nereye gidersen git! Beni parçalarıma böldün. Beni hücrelerime dağıttın. Şimdi biçim ver ki nefes alabileyim yeniden! Bana bir kılıf yarat, yeniden! Yaralarımla çok çirkinim. Kırıcıyım. Çirkinim…. 

Nasılda acımasız şu zaman, son sürat bir delilikte sürükleniyor hayat, o kapının önünde öylece donmuş bakıyorum yıllardır.. 

Neye yarar sözcükler kalpleri kırmaktan başka …. Beni sevdiğini söylemen, neye yarar! Neye yarar beni bir daha arasan ya da hiç aramasan… Neye yarar acı çeksen, acı çeksem…? 

Kaybettik birbirimizi…Kirlendik hayat gibi. 
Bana beni anlat…Bana hayatı anlat…!İnançlarımı geri ver bana, yıllar önce seni kusursuzca sevebilen o gencecik kadının heyecanını, hayata bağlılığını, aşka inancını geri ver, bana beni geri ver artık! Bana seni ver! 
Ne olur aç artık o kapıyı! 
Gece, soğuk… "Edirne", damla damla yağıyor aşkımızın üzerine… Bu ev, senin soluğun olmadan ısınmıyor…Kim bilir, neredesin? Hangi gözlerin içinde kaybettin kanayan yüreğimi ? 

“Bir kente, aşkın için gelmek ne güzel ama aşkın için bir kenti terk etme!” demişti birisi…"Edirne" bunu hak etmiyor, sen hak etmiyorsun demişti...Oysa, bilinmezliğin yolculuğuna biletimi çoktan kestirdim ben… Gidiyorum…Kaçıyorum….Yorgunum…"

Cezmi ERSÖZ

1 Mart 2013 Cuma

Rengarenk, Yamalı Bİr BohÇadır Ruhumuz.

Rengarenk, yamalı bir bohçadır ruhumuz...
Her geçen gün yeni renkler kattığımız, durup durup yeniden düzenlediğimiz, özenle cilalayıp parlattığımız, her yaşanmışlıktan arda kalanlarla süslediğimiz, başkalarına sergilediğimiz nice hallerimiz...

Her sevdadan, her ayrılıktan, her hayalden ve çoğu hayal kırıklıklarından geriye kalan rengarenk kumaşlarla örtülüdür ruhumuz...Üst üste gelmiş, zamanla yumak olmuş sancıları, acıları, sevinçleri, mutlu anları biriktiririz "ömür" denen camdan bir kavanozda.Damla damla biriktiriyoruz yaşanmışlıklarımızı, anılarımızı, vitrinlerinde "aşk"ı sergileyen insanları.


"Sevgili"...
Sevgili, bir bilmece...Çözmeyi bir türlü beceremediğimiz, çok bilinmeyenli bir denklem gibi...Korkuyoruz bu bilinmezlikten, sevgilinin sır perdesinden.Halbuki içinde sevgi olana bu korkumuz neden diye düşünmüyoruz bile...

Fethettiğimiz bir kale, karış karış gezip gördüğümüz bir diyar, avucumuzun içi gibi bildiğimiz bir şehrin en tanıdık sokakları sanıyoruz sevgiliyi...
Bir türlü kabul edemiyoruz; henüz parçalarını bulamadığımız, kendimizle bir bütün haline getiremediğimiz bir yap-boz olduğunu.

Demiyoruz ki; o, deniz kenarında kuma yazılmış bir yazı...Her dalgada sil baştan yazılmayı bekleyen sabırla.Sadece silindiğini görüyoruz ve pes ediyoruz belki de, yeniden yazmaktan...