20 Aralık 2013 Cuma

Eşinin Anılarını Kızıyla Tekrar Canlandıran Babadan İlginç Bir Çalışma

Kimse sevdiğinden günün birinde ayrılacağını, umutlarının yok olacağını, hayat arkadaşının bir gün yanında olmayacağını ya da birlikte mutlu günlerin geçmişte kalacağını düşünmez.Düşünmek istemez.Çünkü aşk bunu gerektirir; hep yaşar ve daima yaşatır mutlulukları hep bir arada...
Hayat kadar, nefes almak kadar gerçek bir şey maalesef ölüm...
Ben Nunery...
Güzel bir eşi, sımsıcak bir yuvası, mutlu bir ailesi vardı; tüm bu güzellikleri ise bir kız çocuğu ile taçlandırmışlardı.Her şey adeta bir peri masalı gibi giderken güzeller güzeli eşi akciğer kanserine yakalandı.Ve maalesef hayata gözlerini yumdu.
Kızıyla ve mutlu ailesinin anılarıyla baş başa kalan Ben Nunery, duygu yüklü bir çalışma ile güzel eşinin anılarını yeniden canlandırmış.
Baba-kız yaşadıkları evlerinden taşınmaya karar vermişler.Evdeki bütün eşyalar kaldırıldığında Ben Nunery, evin eşiyle evlendikten hemen sonraki haline geri döndüğünü yani bomboş halini görünce, kızıyla birlikte düğün fotoğraflarını yeniden canlandırmaya karar vermiş. 
Bu haberi okuduğumda öylesine duygulandım ki, sizlerle de paylaşmak istedim.
İşte baba-kızın en anlamlı kareleri...






Size ve geride bıraktıklarınıza değer veren aşklar yaşamanız dileğiyle... :)

13 Aralık 2013 Cuma

ARAMIZDA KALSIN!

Kadınlar da erkekler de maalesef ki bir araya geldiklerinde sohbet adı altında "dedikodu" yapmaktan kendilerini alamıyorlar.
Onun ilişkisi şöyleymiş, biri ötekine böyle demiş, onlar ayrılmış, bunlar evlenmiş...derken sıra kendilerine geliyor ve kendi ilişkileri hakkında da konuşmaktan çekinmiyorlar.
Bir zamanlar çok sevdiğim bir arkadaşım beni bu konuda uyarmıştı; "İlişki dediğin iki kişilik yaşanır, kavgası da mutluluğu da...Herkese her şeyi anlatmamalısın, ailene bile; özel hayat diye boşuna dememişler!" demişti.
Kesinlikle katılıyorum.Özellikle de ilişki de yaşanan sorunları yakın bir arkadaşınızla ya da ailenizden biri ile paylaşarak rahatlama düşüncesi, bir çok ilişkiyi sona sürüklüyor maalesef...
İlişkiniz için yapabileceğiniz en iyi şey, yaşadığınız sorunlardan bahsetmemek!
Neden mi?


İlişki iki kişiliktir!
Öncelikli nedeniniz, ilişkinin sadece iki kişilik olmasıdır.Sevginiz, mutluluğunuz, özel anlarınız nasıl ki sadece ikinizin arasında yaşanıyorsa öfkleriniz ve tartışmalarınız da ikinizin arasında kalmalıdır. İlişkiniz sizden başka kimseyi ilgilendirmez.Size tarafsız ve aklı başında tavsiyeler verecek biriyle sorunlarınızı paylaşmanızda elbette ki bir sakınca yok.İnsan bazen içini dökmek ve dertleşmek isteyebilir.Fakat ilişkinizdeki ufak detaylara kadar anlatmanız, ileriye dönük sorunlar yaratacaktır.Onların yorumlarından etkilenip yanlış kararlar verebilirsiniz.
Tüm bunların yanı sıra, ilişkinizde yaşadığınız sorunlar kimseyi ilgilendirmez; ilgilendirmemeli! İlişkinizde olup biten her şey yalnızca sizi ilgilendirir.Siz ilişkinizde sorun yaşadığınızda, bunu başka birine anlatarak rahatlayıp unuturken, bütün ayrıntıları bilen yakınlarınız bu sorunları hiç unutmayacaktır.Temelinde sizin iyiliğinizi istemeleri olduğu için sevdiğiniz insana karşı kin besleyebilirler.



Genellikle çevremize, eşimizle aramızda mutlu bir ilişki ve kopmayacak bir bağ olduğunu göstermeye çalışırız.Fakat sürekli problemlerimizden bahsederek, kötü ve sorunlarla boğuşan bir tablo çizeriz.Çevremizdeki insanların kafasında negatif düşünceler belirmesine sebep olabiliriz.Hatta bize karşı tavırlarında değişiklikler bile yaratabilir bu durum.


Bazen de konuştukça problemler büyümeye başlar.Siz rahatlamak ve biraz hafiflemek için anlatmak isterken, bir anda ne kadar çekilmez bir ilişki içinde olduğunuzu düşünürken bulabilirsiniz kendinizi..."Gaza gelmek" diye tanımlayabileceğimiz bu durumun sebebi de, sorunlarımızı en ince ayrıntısına kadar anlatmaktan çekinmediğimiz yakınlarımız olabilir.Belki de biraz bahsedip rahatlamakken amacınız, konuyu geçiştirmenize müsaade etmeyen arkadaşlarınız yüzünden kavga etme potansiyeli yüksek bir canavara dönüşebilirsiniz.
Sözün özü, ilişki iki kişilik yaşanır.
İki kişilik bir koltuğa dört kişi oturamayacağı gibi... :)
"Aşk"la kalın... :))

4 Aralık 2013 Çarşamba

Hoşça Kal...

Güzel başlamıştı her şey, hayattan ve gerçeklerden bir haberdi genç kadın ile genç adam...
Adamın bakışları yıllanmıştı; seneler sonrasından bakıyordu adeta kadına.Bir o kadar da sevgi dolu ve tutkuluydu; sevgisiyle sarıp sarmalamıştı kadının en derin yaralarını...
Gözlerindeki derin maviden coşkun dalgalarla taşıyordu kadının sevgisi...Genç adama duyduğu sevgi öylesine kaplamıştı ki yüreğini, baktıkça içi sızlıyordu sevgisinin şiddetinden..
O gün gelip çatmıştı; olmazlar olmuş, hayalleri bir toz bulutu gibi dağılıp etrafa saçılmıştı.Toparlayamadı genç kadın yüreğinin kırıklarını; göremedi genç adam sevgisini kalbine gömen uçurumun kenarındaki kadını...


Ve kadın sessizliğe gömüldü duygularında; sadece kalbiyle konuşuyordu, ona anlatıyordu genç adamı...
Bir kitapta okumuştu Tazeoğlu'nun kaleminden hislerini;

"İyi değilim aşkım. 

Umutsuzca uyanıyorum sabahları. 
Güneş yüzüme vurdukça daha bir karanlık oluyor günlerim. 
Kahvaltı saatlerimi hep kaçırıyorum. 
Bilirsin sigara iştahımı kesiyor. 
Öyle pek özenmiyorum üstüme başıma… 
Ne geçerse elime giyiyorum. 
Sen yoksun ya ‘’güzel görünüyorsun’’ demesinler istiyorum. 
Yine en arka koltuğunda oturuyorum minibüsün yine camda oluyor gözlerim. 
Sen tutmuyorsun ya elimi cebimden hiç çıkartmıyorum.

İyi değilim aşkım. 

Herkes sana benziyor sanki… 
’’saçı az daha kısa olsa biraz daha içten gülse..’’ 
daha çok benzeyecek olanları ayırıyorum. 
Yoksun ya yokluğun da yepyeni senler arıyorum. 
En zor geceler oluyor. 
İzlediğimizi izlemiyorum, senin uyuduğun saatlerde uyumuyorum. 
Olur ya bir rüyada karşılaşma ihtimali.

İyi değilim aşkım. 

Unutuyor gibi yapıyorum. 
Biriken yaralarımı acıtmasınlar diye hiç kanatmıyorum. 
Seni de kan tutardı hani.. 
Bak görüyorsun bunu bile hatırlamıyorum.

İyi değilim aşkım. 

Artık şiirlerimde yok süslü kelimelerle sana seslenecek. 
Adının geçmediği cümlede O gitti diyerek, sevgiyi anlatmak çok zor oluyor çünkü. 
Kağıda kaleme dokununca kömür değil, gözyaşım dökülüyor ya, ziyan oluyor sayfalarım. 
Bir de Pazar günleri var tabi. 
Hiç buluşmadığımız bir yerde hiç bilmediğin bir saatte seni bekliyorum. 
Gelmen pekte anlam ifade etmiyor. 
Ben seni beklemeyi hala çok seviyorum…

İyi değilim aşkım. 

Daha bencil oldu duygularım daha çok ben demeyi, daha çok sabretmeyi öğrendim. 
sayısız yalanlarla ‘’çok özledim’’ seni demeyecek kadar.. 
Yokluğunla aramda inanılmaz bir dostluk başladı. 
Kimseyi almıyoruz aramıza.. 
bak benden başka sen, senden başkada düşüncem yok satırlarımda..

İyi değilim aşkım. 

Hiç iyi değilim.. 
Bu saatten sonra sana ‘’dön’’ mü yoksa ‘’hoşça kal’’ mı demeliyim.?"
                                                   K. TAZEOĞLU

3 Aralık 2013 Salı

"Arıza" Sinyallerine DİKKAT!

Güvenli ve güzel bir ilişki kurmak için, ilişkinin başındayken bazı ipuçlarına dikkat etmek gerekir."Arızalı" biriyle bir ilişkiye başlayıp, hayatınızı zindan içinde geçirmek zorunda değilsiniz.Bu ipuçlarını baştan değerlendirerek, sorunlu insanları baştan tanıyıp henüz ilişki derinleşmeden kalbinizin kapılarını kapatmanız gerektiğini düşünüyorum.
Böylece kendinize daha güvenli bir ilişki için şans tanımış olabilirsiniz.
Peki bir erkeğin "arıza" sinyalleri verdiğini nasıl anlayacağız???
İşte size dikkat etmeniz gereken ipuçları...


Her şey yerinde ve kararında olduğunda güzeldir.Bir erkek usandırıncaya kadar mesajlar atıyor, arıyor ve sürekli hediyeler gönderiyorsa, baskın bir karaktere sahip olduğunu düşünebilirsiniz.Üstelik bu tavrı değişmiyor ve sizden de sürekli geri dönüş talep ediyorsa, ilişkiniz zaman içinde hem yıpratıcı hem de sıkıcı bir hal alır.
Bir çok kadın için çok hassas bir durumdur ki, bir erkek özel eşyalarınızı karıştırmakta bir sakınca görmüyorsa sizin mahremiyetinize saygı göstermeyen biri olduğunu düşünebilirsiniz.İlişkinin ilerleyen safhalarında size özel işlere müdahale etmek isteyecek biri olacak demektir.
Onu görmek için uygun olmadığınızı kibarca anlatmış olmanıza rağmen, baskıcı ve ısrarcı bir tavır sergiliyorsa; bu ilk başlarda size ilgi çekici gelebilir.Fakat ilerleyen dönemlerde sizinde bir birey olarak yaşam alanınız olduğunu düşünmediğini, o'na endeksli bir hayatınız olmasını istediğini fark edeceksiniz.O'nun da sizin de kendinize ait yaşam alanlarınız olduğunu unutmamalısınız.
Bir erkek sorunlarını çözmek için şiddete başvurmaktan çekinmiyorsa ve bu konuda olumlayıcı yaklaşımlar sergiliyorsa, ileride bir baş belası olma ihtimali yüksektir.Benden söylemesi...
Yalan...Bir ilişkide kabul edilmez durumlardan biri.Yalan söylediğini bile bile o ilişkiye devam etmek ister misiniz?! Unutmayın, yalan söylemek hiç bir zaman iyileşmeyen bir hastalık gibidir; bir kere söyledi bir daha olmaz diye düşünmeyin.
Kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadeler kullanan bir erkek, size ne kadar güzel iltifatlar da etse bir önemi yoktur.Karşı cinse olan saygısı sadece sizinle sınırlı kalmamalı, çünkü her an bu saygıyı da yitirebileceğini unutmayın.
Kısacası fazla iyimser olmayıp, gerçekleri görmek için odaklanmaya davet ediyorum sizleri...
Aşk, kolay bulunmuyor ve değerine paha biçilemiyor.Fakat arızalı bir ilişki ile de ömür geçmez.

"Aşk"la kalın... :)

29 Kasım 2013 Cuma

"Ateş Suyla Tanıştı."

Geçtiğimiz günlerde Yasemin Allen ve Özcan Deniz'in başrollerini paylaştığı, yönetmen koltuğunda yeniden Özcan Deniz'i gördüğümüz ve duygu yüklü bir yapım olan "Su ve Ateş" filmine gittim.
Yağmur (Yasemin Allen) ve Kemal (Özcan Deniz) 'in tesadüfi karşılaşmaları ile başlayan film, Londra'da şekilleniyor.
Yağmur, çok az tanıdığı ve gizemli yönleri olduğuna inandığı Kemal'e aşık olur ve aralarındaki ilişki başlar.Asıl adı Haşmet olan Kemal ise, aşiret hesaplaşması ve kan davasından uzaklaşmak için Londra'ya gelmiş ve artık Kemal için Yağmur ile birlikte bambaşka bir dünyanın kapıları açılmıştır.İki aşiretin arasındaki kanı durmak Haşmet'in elindeydi ve Yağmur yaşayacağı karanlık günlerden habersiz kendini Kemal olarak tanıdığı Haşmet'e kaptırmıştı.



Açıkçası Özcan Deniz'in klasik hikayelerinden biriydi; Evim Sensin formatında, Asmalı Konak tadında bir filmdi. Filmde yansıtılmak istenen duygular da, kullanılan müzikler eşliğinde başarı ile izleyiciye aktarılmıştı.
Filmin soundtrack parçasını seslendiren İrem Candar'ı dinlemekten keyif aldığımı ve şarkıyı defalarca dinlediğimi söylemeden edemeyeceğim.
İzleyicileri kendine mest eden film müziği "Bilmezdim" in şiir bölümü de, filmdeki duygu yoğunluğunu arttırıyor.



Yoksa küs müsün bana
Dilime ikâmet edenim
Dargınsak eğer
Üç günü geçeli aylar oluyor haberin olsun
Ve burada yanık kokulu rüzgarlar çarpıyor yüzüme
<<Beni soluğumdan tutuyor üşümelerim
Boğazıma yapışmış sıtmalı kelimeler
En yakın sağda park’a çektiler kendilerini
Söz dinlemez oldu sözler
Adına sır diyorlar sevmelerin
Gürültülü harflerini sükûta izdivaç ediyorlar
Mahrem duygularını telveye terk ediyorlar yani
Yorulmadın mı dilimden sessiz çığlığım
Senin yerin dağınıklığım
Toparla kendimi..>>

Yasemin Allen'in doğal ve başarılı oyunculuğuyla keyifle izleyeceğinizi düşündüğüm "Su ve Ateş"i, izlemenizi tavsiye ediyorum.


14 Kasım 2013 Perşembe

Kadınlar çiçekleri çok mu sever?

Kadın-erkek ilişkilerinde yıllardır bir kaos yaratır; çiçek alma konusu...
Kadınlar elinde bir buket çiçekle işten dönen, buluşmaya gelen ya da sıklıkla çiçek gönderen erkekleri hayal ederler; erkekler ise zaten özel günlerde bu konuda hassas davranmaya çalıştıklarından dolayı normal zamanlarda gerek duymazlar.Fakat işin rengi öyle değil!
Kadınların çiçek istemelerinde ya da beklemelerinde de var bir keramet!


Çiçeklerin insanların duyguları ve kendilerini daha iyi hissetmeleri üzerinde olumlu etkileri vardır.Boşuna dememişler; "Gülünce yüzünde güller açıyor." diye... :)
En olumsuz durumlar da bile çiçeklerin nasıl işe yaradığını araştıran Dr. Haviland Jones, çalışması sonucunda çiçeklerin insanların duygularında ani ve olumlu değişikler yaptığını tespit etmiş.Hatta araştırma boyunca yaptığı denemelerde, çiçekler kadar olumlu duygu değişikliği yaratan başka bir unsur bulamadığını da araştırmasına eklemiş.




Erkekler her ne kadar çiçek almanın çok da gerekli olmadığı düşünseler de, duygusal iletişimde oldukça kalıcı ve olumlu etkileri olduğu kanıtlanmıştır.
Bir tartışma sonrasında, yapılan hataların affedilmesini isterken, monoton hayatın sıkıcılığından kurtulmak adına, karşınızdaki kadını etkilemek ve bazen de sadece mutluluğunu görmek için sadece çiçek almanız yeterli olabiliyor çoğu zaman.Unutmayın, kadın yapısının mutluluğu genellikle küçük ayrıntılarda gizlidir.
Buradan beylere duyuruyorum; benden söylemesi... :)

7 Kasım 2013 Perşembe

Nefret, ağır bir duygu...

Hayatın her alanında huzur arıyoruz; aile ilişkilerimizde, aşkta, iş yerinde, arkadaşlarımızın yanında, okulda, hatta kendi başımıza kaldığımızda evimizde-odamızda bile...
Ben çoğu zaman hafif bir müzik açıp, odamda loş bir ışık yanarken kitap okuyarak ve dış etkenlerin çoğuna kendimi kapatarak ruhumu dinginleştiriyorum. Çoğunlukla ruhumuzun dinlenmeye ihtiyacı oluyor.Aldığımız havayı kocaman bir nefesle içimize çekerek rahatlamaya, sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Yeni başlangıçlar ise çoğu zaman zorluyor beni...Daha bir yavaş adımlar atmaya başlıyoruz, daha kararlı ilerlemeye çalışıyoruz.Bir hayat döngüsüdür deyip kısacası yuvarlanıp gidiyoruz.
Keskin ve kimi zaman ağır duygular yaşıyoruz bu sırada...
Nefret gibi...





Hiç kimseden nefret etmedim, edemem de sanırım.Nefret ağır bir duygu...Aşk gibi...En aşık olduğunuz anda ince bir çizgi ile ayrılıyor her şey birbirinden...Aşk nefrete dönüşüyor.Gerçekten de çok ağır bir duygu, en az aşk kadar da kuvvetli...Hatta çoğu zaman aşk nefreti besliyor; daha sancılı, daha beter bir hale sokuyor.



Aşk devam ederken, bir şey yaşıyorsun; saniyeler duruyor bir anda...Görüyorsunuz o anda karşınızdaki ne aşık olduğunuz kişi ne de aşık olunabilecek birisi! Ve ne nefret kalıyor ne sevgi ne de aşk...

Sadece hiçlik...Her şey havada bir uğultu gibi; sesler, yankılar, bağırışlar,can acısı...
En ağırı da böyle bir bitişi saniyelik görme anı işte...
Sonrasında derin bir nefes aralığı ve tuhaf bir his kaplıyor içini.
Beyin tuhaf bir organ.
Bloke ediyor o görüntüleri...Düşünmene izin vermiyor ve onları yaşayan sen değilmişsin gibi siliyor aklından.Başkasının hikayesini izlemişsin ve başkasına duyduğun üzüntüyle hayatına devam etmişsin hissi...
Nefret ağır bir duygu...
Kimseden nefret etmeyin.Aşk ne kadar değerliyse, üzerine on ekleyin yüz ekleyin bin ekleyin ve kimseden nefret etmeyin.Bu sadece sizin canınızı acıtmaz; kimse nefret edilen olmak istemez ki...
Kimse nefrete değer değildir; tıpkı bazılarının aşka değer olmadıkları gibi...

5 Kasım 2013 Salı

"Sevdiğin birinin sesini unutmak" nedir bilir misin?

Yıllar önce de içimde bir anda derin bir sızı oluşturan, olduğum yerde çakılıp kaldığım ve o an nerede, kiminle, ne yapıyor olduğumu unutturan bir hisle uyandım bu sabah...


İlk zamanlar daha kolaydı; yanımda olduğunu ve bana sımsıkı sarıldığını hayal etmek, kimi zaman geçmişin kahkaha dolu günlerinde bana seslenişini duymak, sohbetlerimizi uzaktan dinlemek...Zamanla biraz daha zorlaştı, görüntü bulanıklaştı, sesler boğuklaştı; sadece ellerinin sıcaklığı ilk günkü gibiydi...
Zaman geçti, günler akıp gitti.Bu sabah uyandığımda aslında çoktan gitmiş olduğunu fark ettim.Artık hayalin de beni sensiz bırakmıştı.Sesini duyamıyordum.
Sonra sonra fark ettim ki, sensizliğe alışmışım; bir matkap gibi yokluğun içimi paramparça edip, kocaman bir boşluk bırakmış ardında yalnızca...
Sevdiğin birinin sesini unutmak nedir bilir misin? O sesi bir daha duyamayacak olmanın yarattığı ıstırap nasıl paramparça eder yüreğini?
En son yaşanmışlıklarımızı birlikte terk etmiştik; kubbeler şehrinin kaldırımlarına...Sonra kalabalık bir garda yapayalnız kaldım gidişinle...Sevgim öylesine yüce, aşkım öylesine dolu doluydu ki; sensiz uyanacağım her sabah başucumda olman için sesini, nefesini, gülüşünü, dokunuşunu, bakışlarını, kokunu yani ben seni biriktirdim senelerce...
Ama şimdi tek başıma kaldım.Önce kokunu kaybettim; sonra dokunuşların, nefesin, bakışların terk etti beni...Teker teker özledim senden kalanları...
Şimdi ise sesini unuttum; en acısı buydu.
Sessizlikler biriktireceğim şimdi; sesini arayacağım senli hayallerimde...
Sen, sevdiğinin sesini unutmak nasıl bir histir, bilir misin?!

1 Kasım 2013 Cuma

Benim dünyam, siyah!

Dün akşam ablamla birlikte iş sonrası keyfi adı altında merakla beklediğimiz "Benim Dünyam" filmini izlemeye gittik.25 Ekim'de vizyona giren ve vizyona girdiği günden bu yana başarısından sıkça bahsettiren bir filmdi.İnsanda merak uyandırıyor haliyle...
Başrollerinde Uğur Yücel ve Beren Saat'in bulunduğu film, Sanjay Leela Bhansali'nin 2005 yapımı "Black" filminden uyarlama olmasıyla da dikkat çekiyor.


Bir başarı hikayesini konu alan "Benim Dünyam"da, Ela (Beren Saat) henüz iki yaşındayken geçirdiği bir hastalık sebebiyle görme ve işitme yetisini kaybeder.Büyüdükçe çevresiyle uyumsuz, hatta çevresine zarar veren bir insan haline gelir.Babasının Ela'yı akıl hastanesine yatırmasına razı olmayan annesi, bir hoca bulmaya karar verir ve Ela ile Mahir Hoca (Uğur Yücel)nın yolları bu noktada kesişir.
Sınırları aslında insanların kendilerinin yarattığını, istediğimiz her şeye çabalayarak ulaşabileceğimizi, hayatta takıldığımız ya da büyüttüğümüz şeylerin aslında hiçbir değerinin olmadığını, her şeyden önemlisi;
"İmkansız" diye bir şeyin olmadığını çok güzel bir hikaye ile anlatıyor film...
Normalde Beren Saat'in oyunculuğu beni çok fazla cezbetmese de, bu filmde tam bir harika yarattığını söylemeliyim.Yarattığı karakterle bütünleşip, aynı duyguyu izleyiciye de tam anlamıyla aktarmayı başarıyor.
Filmin hem yönetmenliğini hem de baş rol oyunculuğunu üstlenen Uğur Yücel için ise, söylenecek fazla bir şey yok sanırım.Tek kelimeyle harika bir oyunculuk ve izlenesi bir hikaye...

Ela'nın annesi Mahir Hoca için, "Ona tek bir kelimeyi öğretmedi; İMKANSIZ!" diyordu.
Hayatta hiçbir şey imkansız değildir...
Ve her şeye rağmen yaşamaya değerdir...

Sevgi ve "Aşk"la kalın... :)

28 Ekim 2013 Pazartesi

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali...

Ben artık senin için sadece "dün"üm...Senden sonsuza dek ayrı bir hayatta ve çok uzaklarda olacağım; ama her zaman seninle, sana bağlı olarak...
Bir zamanlar adım "yarın"dı...Yan yana yürümeye başladık, aynı yöne doğru bakmaya başladık seninle; sonra adıma "bugün" dendi...
Artık "dün"üm...Üzerimde senin hiç çıkmayacak izlerin ile geçmişte bir yerlerdeyim.
Ben senin için artık "dün"üm; "bugün"den ya da sonsuza dekten hiçbir farkım yok aslında...Çünkü günün birinde onlar da senin için "dün" olacaklar; onlar da birbirlerine karışacaklar "dün" ile...


Ben ise; geçmişin kapısında durmuş, geçen günleri karşılıyorum şimdilerde...
"Yarın"ların ise "bugün" olduğunu görüyorum sayende; sonra onlar da aramıza katılıyorlar.
Ben artık senin için "dün"üm...Benden nefret dahi etsen; geçmişini unutmaya çalışma, geleceğini yani "yarın"ı değiştirmeye çalış.
Beni, "dün"ünü unutursan, sana yaşattıklarımı da unutursun; belki gülümsemen kaybolur güzel yüzünden, belki de gözyaşların diner yüzündeki yaşanmışlıklardan...Bu yüzden "dün"ü unutma.
Eğer bir gün unuttuğunu fark edersen "dün"ü, gökyüzüne bakıp sadece gülümse...Bana da böyle demiştin ve hissedeceğini söylemiştin; ben de hissederim...
Her zaman "dün"lerin olacaktır, tıpkı "bugün"lerin ve "yarın"ların da olacağı gibi...
Sakın "dün" bitti geçti diye üzülme! 
"Dün" yaşandı diye sevin, olur mu?...

Sihirli dokunuşlar: Çağla & Funny Kitchen ile :)

Lezzetli ve ilginç dizaynlarıyla kurabiyeler, pastalar, kekler hayatımızın her yerinde... 
Misafirliğe giderken, hasta ziyaretlerinde, arkadaş toplantılarında, beş çaylarında, hoş sohbetlerin yanında, yeni doğan bebekler için, doğum günü kutlamalarında, yıl dönümü sürprizlerinde... 
Kısacası hayatımızın her yerinde tatlı yeyip tatlı konuşan bir milletiz...
Bende sizlerle muhteşem bir yeteneği paylaşmak istiyorum.
Çocukluk arkadaşımın nişan kurabiyeleriyle başladı tanışıklığımız...Sonrasında nişan pastası, bebek şekerlemeleri, kurabiyeleri derken bu sihirli dokunuşlarla daha da yakından görüşme fırsatı buldum.
Bahsettiğim sihirli eller Çağla Selin Yılmaz'a ait... :)







Almış olduğu Profesyonel Pastacılık ve Süsleme Eğitimi, Kurabiye Yapımı Kursu, Cheesecake Yapımı Kursu ve Makarna Yapımı Eğitimleri ile hem ilginç tasarımları hem de lezzetli tatlılarıyla harikalar yaratıyor.















Benzersiz tasarımlarıyla en güzel anlarınıza renk katan Çağla Hanım doğum günü, nişan, yıl dönümü, bebek kutlamaları, baby shower partileriniz vs... için siparişleriniz doğrultusunda birbirinden değişik pastaları, kurabiyeleri ve kekleri sizlere sunmayı hedefliyor.
Sipariş vermek ve iletişim kurmak için
 Çağla & Funny Kitchen e-mail adresi;



Yeni doğan bebeğiniz için, mutlu gününüzde sizi yalnız bırakmayan konuklarınıza özel tasarımlı kurabiyeler Çağla & Funny Kitchen ile sizlerle...
Ve işte diğer görselleriyle Çağla Hanımın tasarımları;




Mutluluklarınıza daha fazlasını katmak, sevdiklerinizin yüzünde kocaman gülümsemeler yaratmak için siparişlerinizi bekliyoruz.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Aşk aramakla bulunur mu?

Bazılarının ışığı vardır derler ya; her girdikleri ortamda mutlaka gözler onlara çevrilir, çok güzel olmaları da gerekmez her şekilde erkeklerin ilgisini çekerler.Belki de siz böyle birisiniz.
Bazen de ışığınız söner; ilişkilerde sürekli aynı senaryoları yaşamaktan, ilişkiye dönüşmeyen ve flört aşamasında kalan birlikteliklerden umutsuzluğa kapılırsınız.İşte bu aşamada kendinize sormanız gereken asıl soru; "Acaba korkuyor muyuz? İncinmekten, güvenememekten, beğenilmemekten..."
Gerçek şu ki, kendinizi gerçekten hazır hissetmediğinizde aşk ışığınız söner.İster istemez erkeklere beden dilinizle hatta telepatik olarak negatif mesajlar yollarsınız, üstelik bunun farkında bile olmazsınız!
Peki kendinizi aşka nasıl hazırlayabilirsiniz? Bir ortama girdiğinizde nasıl ilgi çekersiniz?
İşte size yardımcı olacak öneriler...


Aşk ışığınızı yeniden yakmak için ilk olarak, iç sesinizi değiştirin.Sihirli cümle şu;
 "Çok doyurucu ve güvenli bir aşk için hazırım."

Vücut dilinizi değiştirmek de önemli bir etkendir.Bunun için sizlere tavsiyem ayna karşısında ifadelerinizi yenileme egzersizleri yapmanızdır.



Belki de bir ilişkiye başlarken yaptığınız en büyük hatalardan biri, yenisinin de eskisi gibi olacağını düşünmektir.Oysa her yeni ilişki, yeni bir tecrübe olarak karşımıza çıkar.
İlişkiye başlamak için, benzerliklerinizin daha çok olduğu kişileri seçmelisiniz.O zaman farklı düşündüğünüz alanlardaki tartışmalarınız da daha az olur.Yani sonradan değişir devrine bir son vermelisiniz.
Mümkün olduğunca birlikte vakit geçirebileceğiniz ve bundan keyif alabileceğiniz kişilerle daha mutlu olacaksınız.Bu yapışık ikizler gibi dolaşacağınız anlamına gelmiyor tabii ki...

Bu aşamada doğru algılanmak da çok önemlidir.Bu yüzden ne istediğinizi, beklentilerinizi netleştirip hayalci olmamanız gerekiyor.Karşınızdaki insanın değişmesini beklerseniz hem kendinizi yıpratırsınız hem de daha büyük çatışmalar yaşamak zorunda kalırsınız.Karşınızdaki insan ne istediğini biliyorken, onun değişmesini beklemek tam bir kaos!
Bunların yanında feminen görünümde aşırıya kaçmamak, konuşmalarınıza itina göstermek de diğer dikkat edilmesi gerekenler...

Aşk ışığınız açık olsun... :)

25 Ekim 2013 Cuma

Kıskanırım seni ben :)

Günümüzde bir çok ilişkinin bitme sebebi; kıskançlık! 
Her zaman yıpratıcı ve boğucu bir durum değil tabii ki... Her şey dozunda güzel, peki ya dozu kaçırıldığında?
İkili ilişkilerde kıskançlıklar hem kadın hem de erkek kaynaklı olabiliyor.Kadınlar genellikle erkek arkadaşlarını ya da eşlerinin diğer kadınlarla olan gündelik ilişkilerini, konuşma tarzlarını ve yakınlıklarını kıskanırken; erkekler bu konuda daha ayrıntıcıdır maalesef... Erkekler kız arkadaşlarını ya da eşlerinin kıyafet seçimlerini, diğer erkeklerle olan yakın ya da uzak arkadaşlıklarını, hatta herhangi bir bakışını dahi kıskanabiliyorlar.Bu kıskançlıklar da ilişki içerisinde zamanla kangrenleşiyor ve kopma noktasına gelebiliyor.
Çoğu erkek bu kıskançlıklarının farkına varmalarına rağmen, engelleyemedikleri için sıkıntı da yaşayabiliyorlar.Bu durumda iş size düşüyor.


Sevdiğiniz adamın sizi kıskanmasını engelleyemiyorsanız ve bu duruma bir "dur" demek istiyorsanız işte sizlere önerilerim;

KAYNAĞINI DÜŞÜNÜN!
Empati kurmaya çalışın ve olayı biraz da onun gözünden görmeye çalışın.Davranışlarınız ne kadar zararsız ve onun düşündüğü gibi değilse de, bir süre kendinizi geri plana çekin ve sevgilinizin ya da eşinizin neden bu şekilde düşünüyor olabileceğini düşünün.

ÇÖZÜME ODAKLANIN!
Olayı tekrar tekrar gündeme getirmek, konuşarak halletmeye çalışmak çoğu zaman konuyu telafi edilmeyecek yerlere sürükler.Bunun yerine bir çözüm eylemine gitmelisiniz.Onun güvensizliğini kırmak için neler yapabileceğinizi düşünün ve biraz daha özverili davranmaya özen gösterin.Daha iyi ve sevginizin ona ait olduğunuzu hissetmesi için kurduğunuz cümlelere dikkat edin.

ARKADAŞLARINIZI KARIŞTIRMAYIN!
Sevgilinizle ya da eşinizle kavga ettiğinizde, bir arkadaşınızla konuşup ona şikayet etmenin sizi rahatlattığını düşünüyor olabilirsiniz; fakat bu meseleyi daha da kötü bir duruma sokmaktan başka bir işe yaramaz.İlişkinize saygı duyun ve meselelerinizi kendi aranızda çözmeye çalışın.

İLGİNİZİ ESİRGEMEYİN!
Kıskançlık en çok da ilgi ile alakalıdır aslında...Şöyle düşünün; eğer sizden yeterince ilgi ve alaka gördüğüne inansaydı, sizin diğerleriyle olan iletişiminize bu kadar takılmazdı.Özellikle de etrafınızda başkaları varken, en önemlisi de arkadaş toplantılarınızda erkek arkadaşınızla ya da eşinizle yeteri kadar ilgilenirseniz hem ilişkinizin gidişatını hem de özgüvenini yenileyebilirsiniz.

Sevdiğinizle ve "Aşk"la kalın... :)

23 Ekim 2013 Çarşamba

"Mutlu Kadın" olmak

Bir kadını mutlu etmek sanıldığı kadar da zor değildir aslında; sadece biraz uğraştırır.Tamam kabul kimine göre biraz fazla uğraştırabilir. :) İnce ayrıntılarda gizlidir kadınların mutlulukları; belki de sadece düşünülmek bile yüreklerini mutlulukla doldurur.
Fakat dış etkenler olmaksızın kadınların bir de kendilerini mutlu hissetme çabaları vardır.Hani "kendi ayaklarının üzerinde duran kadın" profili olma çabası vardır bir de... İşte bu esnada inanın bana daha fazla efor sarf ederler kendilerince...
Bir de acil durum planları vardır klişeleşmiş; morali bozulur sevgilisinden ayrılır hooop kuaföre gider ya saç rengi değişir ya saçlarını kestirir hiçbir şey yapamazsa bile kaşlarını aldırır :), birine kızar ya da sevgilisiyle kavga eder hooop kollarını bağlayıp tribal bakışlarla sessizliğe gömülür, sorsan yalnızlığı sevmez amaaaa yalnız kalınca da psikolojisi hemen bozulur, aslında çok anlayışlı sakin bir arkadaş ve sevgilidir amaa bir de sinirlenince bir anda Gargamel'e dönüşür... :)
Mutlu kadın olmak düşünüldüğü kadar da zor değil aslında.ABD'deki Huffington Post sitesi, özel hayatında ve iş hayatında mutlu olmak isteyen kadınlar için bir çözüm arayışına gitmiş.Kadınların hayatlarını etkileyen konularda bazı yasaklar sunarak mutlu olma formüllerini araştırmış.


Bakalım mutlu bir kadın olmak için yapmamamız gereken hareketler nelermiş!

1. Sürekli özür dilemek
2. Herkese “Evet” demek
3. Yiyecekleri düşman gibi görmek
4. Vücudunu kötülemek
5. Her gün topuklu ayakkabı giymek
6. Başka kadınların seks hayatını yargılamak
7. Süper görünmeye çalışmak
8. Her şeyin yanıtını, hastalıkların bile internette aramak
9. Yalnız kalmaktan korkmak
10. Hastalıklı, can sıkıcı arkadaşlıklara devam etmek
11. Kendi gerçek yaşamını başkalarının sanal yaşamlarıyla kıyaslamak
12. Geçmişteki pişmanlık ve suçlara takılı kalmak
13. Sadece bir ilişki içinde olmak için bir ilişki yaşamak
14. Tatil günlerini iyi değerlendirmemek
15. Hobilerinden utanmak
16. Hayattaki önemli şeyler için tarih belirlemek

Bundan sonra mutluyum, mutlusun, mutlu... :)

3 Ekim 2013 Perşembe

ŞİDDETLİ GEÇİMSİZLİK # EVLİLİK YORGUNLUĞU

Bir çok zorluğu aşarak, hayatlarını mutlulukla birleştirmek isteyen ve evlenen çiftlerin son zamanlarda karşılaştıkları büyük tehlike; evlilik yorgunluğu!
İlişkinin belirli dönemlerinde ortaya çıkan bu problemin nedenlerini ve önleme yollarını sizlerle paylaşmaya karar verdim.


Dostluk ve paylaşım biterken...
"Aşkım, sevgim bitti. Artık heyecanım kalmadı..." gibi ifadelerle sonlandırılan evliliklerde asıl biten aşk ve sevgi değildir; dostluk ve paylaşımdır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki evlilik yorgunluğu, evlendikten 2.5 yıl sonra ortaya çıkmaya başlıyor. Günümüzde bir çok çift aşklarını ve sevgilerini, dostluğa dönüştürebiliyorken; bunu beceremeyenler de soluğu maalesef mahkemelerde alıyor. Marifet aşkta ve sevmekte değil, sevgiyi dostlukla zeminlendirip evliliği yürütebilmekte yani...

Çiftlerin birbirlerini anlamalarının temelinde...
Ekonomik ve fiziksel uyum, yaş uyumu, inanç uyumu, ten uyumu vs... Bu faktörlerin hiçbiri evlilik yorgunluğunu önlemede etkin rol oynamamaktadır. Çiftlerden biri çok zengin diğeri çok fakir; biri genç diğeri yaşlı olabilir. Çiftlerin birbirlerini anlamalarının temelinde eğitim durumlarındaki uyum yatıyor. Böyle çiftler birbirlerini daha iyi anladıkları için, tartışmaları daha seviyeli olabilir ve en önemlisi konuşabilirler. Konuşan çiftlerinde problemlerini çözememe gibi bir durumları olamayacağından, evlilik yorgunluğu riski ortadan kalkmış olur.

Günlük hayatımızı kolaylaştıran teknoloji...
 Günlük hayatımızı kolaylaştıran teknoloji, özel yaşantımızı tehlikeye sokuyor.Çok odalı evler, yazlıklar, farklı televizyonlar, bilgisayar başında geçirilen vakitler çiftleri birbirinden koparıyor ve yalnızlaştıryor. Bunlar duygusal kopmalara ve ayrılıklara sebep oluyor.Bu sebepledir ki teknolojik imkanların kısıtlı olduğu kırsal kesimlerde çiftlerin boşanma oranları daha düşüktür.

Akraba ziyaretleri ve arkadaş toplantıları...
Akraba ziyaretleri ve arkadaş toplantıları, evliliği daha canlı tutabiliyor ve yorgunluk riskini azaltıyor. Bu ziyaretler hem eşler arasında paylaşımı arttırır hem de monotonluğu yok eder. Yemeklerden sonra çiftlerin birbirlerine ayırdıkları sohbet etme zamanları da evliliği pekiştirici etkidedir.

Kuantum olumsuzlama zarar veriyor...
Karşılıklı empati kurmak da evlilik yorgunluğunu önleyen faktörler arasındadır. Bir çok sorun daha büyümeden çözülebilir.Kuantum olumsuzlama, yani herhangi bir konuda oluşturulan önyargının bir süre sonra ön kabul oluşturup kendini gerçekleştirmeye başlamasıdır. Çiftlerin birbirlerine karşı "Eşime güvenmiyorum beni aldatabilir, eşim hiçbir işi başaramaz, herşey benim sayemde kolaylıkla oluyor..." gibi olumsuzlamalarla aslında kendilerini evliliklerinden uzaklaştırıyorlar. Bundan dolayı olumlu düşünce ile hareket etmek evlilik yorgunluğunu önleyen faktörlerin en önemlilerinden biridir.

Evlilik canlı bir organizma gibi, beslenmeye ihtiyaç duyar. Evliliklerde 2,5 yıldan sonra duygusal beslenme minimuma iner. Bunun yerini duyma, dinleme ve anlama şeklinde empatik paylaşımcı iletişim alır. Çiftlerinde bunu en iyi şekilde yapmaları gerekmektedir.

Mutlu ve huzurlu birliktelikler diliyorum...

1 Ekim 2013 Salı

GÖLGELER DİYARINDA

Bu günlerde bir ruh temizliği içerisindeyim.Zaman zaman insanın kendini resetlemesi ve temiz sayfalarla hayata gülümseyerek başlaması gerekiyor.Kimse için olmamalı ama bu temizlik; salt kendiniz için, benliğiniz için...
Bana okuduğumda çok iyi gelen ve kendime dönmeme yardımcı olan bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyor ki, "gölgeler diyarındasın; her şey mümkün bu hayatta..."

"Hayatında her ne yapıyorsan şikayet etmeden, söylenmeden yapacaksın. Eğer hoşuna gitmiyorsa neden bunu yaşadığını kendine sormalısın. Değiştirmenin yoluna bakacaksın.
Karşılaştığın her olay, her durum senin hak edişinde yerini alıyordur. Biri sana hakaret etse bile bunun karşılığı senin içinde bir yerlerde. Ara ve bul.
Kendini ifade etmekten kaçınmayacaksın. Kendini dogru, anlaşılır ve tam ifade etmeye özen göstermelisin. An’ da geri dönüp bakmamak adına bunu yapmalısın.
Ne yapıyorsan kendin için yapıyorsun. Diğeri ne yapıyorsa kendi için yapıyor. Diğerlerine kaptırdığın enerjini kendine kullan.
İçinde dengede kal; Çünkü iyi veya kötü, var veya yok, doğru veya yanlış… Fark etmez.
Kendi değerini ne hafife al ne de abart. Diğerlerinde nefret ettiğin, kınadığın, sevmediğin veya beğendiğin, imrendiğin her şey senin potansiyellerindir. Ne aşağıdasın ne yukarıda, buradasın. Unutma.

Hedeflerini belirle. Şayet olmazsa, bil ki yerine başka bir şey oluyordur.Bir şey için sakın oldu, tamam, bitti deme. Sonrasında yanıldığını anlamak ister misin? Düşün.
Yaşadığın sürece “devamı” var. Başladığında biter, bittiğinde yeniden başlar..Döngünün içindesin.
Haksızlıklara tepkiliysen, haksızlığa uğrarsın. Buna izin ver. Haklılık ile haksızlık arasında fark olmadığını yaşayarak anlamak zorunda kalmamayı yeğle.
Ne yaşarsan yaşa..Duygular ve peşine düşünceler üretirsin..Esiri olma,özgürlüğü seç.
Kendi önemini iyi kavra..Yaşamın, senin birey olma fırsatındır. Değerlendir.
İnce bir çizgi üzerindesin. Meyillerini incele hem de detaylıca.
Gölgeler diyarındasın, her şey mümkün. Neyi ciddiye alırsan, senin gerçekliğine dönüşür. O sahte gerçeklik, senin enerjinden çalar. Kendinden çalmak ister misin?"

28 Eylül 2013 Cumartesi

SEVDALAR VARDIR KURUYAN YAPRAKLAR MİSALİ...

Sevgilim,
Bugünlerde yüreğim bir yangın yeri...
Bedenim sabit bir yerde, ruhum ise bir orada bir burada gezgin vaziyette...
Ruhum özlüyor seni...
Gün geçtikçe daha fazla, saatler ilerledikçe daha yoğun, sen gittikçe benden daha umutsuz...
Özlemek seni, bir serseri gibi...
Olabildiğince hırçınca, olabildiğince acı dolu, hissederek yüreğimdeki kavganın bütün ızdırabını, çekmek bütün acısını seni sevmenin...

Seni özlemek iliklerime kadar...
Nefret ederken özlemle anmak, kahkahalarla gülerken ağlamak, giderken dönmek, dinerken bütün acılarım bir anda coşması özlem dolu haykırışların, kaçtığını sanırken yakalanmak, unuttum derken daha çok bağlanmak, saplanıp kalmak sen'li düşüncelere, yanımda olmayan varlığınla avunma çabası...Sevdalanmak sana; bir daha bana ait olmayacağını bile bile...
İşte böyle bir şey seni özlemek Sevgili...
Unutulmayı göze alarak sana her gün yeniden bağlanmak kangren olmuş bir aşk'la...
Öylesine ölesiye özlemek seni...

26 Eylül 2013 Perşembe

KIR ZİNCİRLERİNİ!

Hayatın monotonlaştığı dönemleri, verdiğiniz kararların daha yuvarlak hatlara sahip olduğunu ve hayatınızda keskin değişikliklere sebep olmadığını, cesaretinizin kırıldığını, ilişkilerinizde ve bireysel yaşantınızda günlerin birbirini aynı duygu döngüleriyle takip ettiğini düşündüğünüz oluyordur zaman zaman.Olmuyorsa bile aydınlanın! Ve bu gidişe bir "Dur!" demenin vakti geldi farkına varın!
Şimdi zincirlerinizi kırmanın tek yolu eyleme geçip, yeni zeminlerinize odaklanma ve eski zeminlerinizde tutunduklarınızı bırakma zamanı!


Bu sabah uyandığımda, şöyle bir duraksadım ve aslında yepyeni bir güne ne kadar mutsuz başladığımı fark ettim.Sonra karşıdan şöyle bir baktım kendime ve "Enerjimi düşüren tutunduğum her ne varsa farkında olduğum ya da olmadığım onları sevgiyle gönderiyorum.Özgürleşmeyi seçiyorum." dedim.Kocaman bir gülümsemeyle kalktım yatağımdan ve bu günü tutunduklarımı, beni hayata bağladığını sandığım tüm dış etkenleri hayatımdan göndermeye ayırdım.
Bu aralar hastayım biraz.Fakat ruhsal yönden de, hastalığımın da etkisiyle, çöküntü içindeyim.Gizli bir bağımlılık gibi tutunduğum her şey ağır geliyor; tabii hayatımı da ağır çekime sürüklemeye başladı.Bir alkol, bir sigara hatta bir uyuşturucu bağımlısından farklı görmüyorum kendimi.Düşüncelerimle bile bağlanabiliyorum birilerine ya da bir şeylere...
Sizlere de oluyordur eminim; eski bir sevgiliye, eski bir ilişkiye, biten bir evliliğin anılarına, bir dosta, bir kitaba, bir filme, bir programa, bir mekana, bir yemeğe ya da bir içeceğe...Bağlanıp kalıyoruz ve onlarsız yaşamanın mümkün olmayacağı konusunda kendi kendimize hatalı bir bildirim yapıyoruz.
Bense bugün bütün tutunduklarımı, bağlanıp kaldıklarımı özgür irademle sevgiyle uğurlamayı seçiyorum.
Ben zincirlerimi kırıyorum.
Özgürleşmeyi seçiyorum...
Sizler için ise;
Farkında olduğunuz ya da olmadığınız tutunduklarınızı sevgiyle ve kolaylıkla bırakmanızı, özgürleşmenizi diliyorum.

"Aşk"la kalın... :)

24 Eylül 2013 Salı

HAYAT İŞTE...

Bazı güzelliklerin bittiğine de şahit oldum, bazı mutlu başlangıçlara da...
Geçenlerde önce bir yuvanın gülümseyen yüzünün solduğuna, güzel bir çiftin boşandığına şahit oldum.Ve ertesi gün güzeller güzeli bir gelin ile dünyalar tatlısı bir damadın düğünlerine katıldım.Tezatlıklarla dolu günler geçiriyorum anlayacağınız...
Zorluklarla mücadele ederken yaşanan ayrılıklar hep sancılıdır zaten; kalan için olduğu kadar giden için de...Fakat zamanla insanların içindeki yangın sönüyor, acılar son baharla savrulup kışla buz gibi soğuyor, mevsimler değişiyor ve umutlar yeniden yeşeriyor hayata dair, sevmeye ve sevilmeye dair...
Yepisyeni bir yuva kurmanın da heyecanı başkadır elbette ki.Tertemiz eşyalar, yeni mobilyalar ve en az evin içi kadar yepyeni umutlar barındırır içlerinde...Gülümseyen gözlerle harika bir düğün habercisidir aslında, güzel günlerin...
Küçükken annemle baş başa kaldığımızda bana hep hikayeler anlatırdı.Bu hikayelerde kocaman bulutların birbirine çarpması sonucu canları acırdı ve yağmur damlaları da bu bulutların göz yaşlarıydı; yıldızları anlatırdı annecim, büyük ayı vardı bir de küçük ayı ve ben bunları hep oyuncak ayılarım zannederdim.Bir de yıldızlar gökyüzünden kurtulup yere düşerlerdi, çünkü biri öldüğünde üzülürlerdi.Ve her ölen kişinin ardından mutlaka biri doğardı; bu yüzden gökyüzünde yıldızlar hiç bitmezdi.İlgiyle dinlerdim annemi, bana hayatı anlattığından bi'haber...


Şimdi bakıyorum da, dertleriyle sıkıntılarıyla, sevinçleriyle mutluluklarıyla herkes kendi halinde yaşamını sürdürürken, "hayat işte" dediğimiz milyonlarca şey geçiyor ömrümüzden...
Hiç bitmez sandığımız sevgiler, aşklar bitiyor; unutulmaz sandığımız hatıralar toz bulutu olup uçuveriyor; yüzünü görmek için can attığımız insanların sesini dahi duyamaz oluyoruz ve tuhaftır ki buna alışmak zorunda kalıyoruz; beklenmedik umutlar doğuruyor ertesi günler; sevdalar filizleniyor beklenmedik mevsimlerde; mutlu da olabiliyoruz mutsuzluklarımızla...


Yani kısacası "hayat işte"...
Yaşayıp gidiyoruz gel-gitler içinde...

15 Eylül 2013 Pazar

"ÖZLEMEK; BİR ŞEHRİN YERİNİ DEĞİŞTİRMEK İSTEMEKTİR."

Özlemler biriktiriyorum şimdilerde; bir sana bir de seni anlattıklarıma dair...Aslında herkes yanımda, her şey tam da istediğim gibi; sen hariç...
Sadece 7 harf, 3 hece; fakat sevginin sabrının sonuna gelince...
Bir bedende iki farklı beyin gibi seni özlemek; bazen nefret ediyorum hem kendimden hem de senden.Seni özlemek bazen çok kızdırıyor beni, mutlu olmak için çabalamaman ve kolumu kanadımı kırmış olman belki de...
Ama bazen...
Bazen içim sızlıyor, hani derler ya burnumun direği sızladı diye; sızlıyor kalbimin en derinleri..."Seni, sensiz de yaşarım" diyorlar; saçma...Ben sensiz uyuyamıyorum, saçlarımı kimse okşamıyor; sensiz film izleyemiyorum, yaslanabileceğim bir omuz arıyorum; sensiz bir güne başlamak istemiyorum, bir "günaydın" mesajını bile özlüyorum; anılarımı sensiz anlatamıyorum, her anımda hep yanımda sen varmışsın sanki...
Özlemek birini hem de boşu boşuna, sonu gelmeyecek kadar çok özlemek...Zor...
Kilometreler de olsa aramızda, özlemek hem de öyle bir özlemek ki, bu şehri ekmek parçası gibi koparıp yanına getirmek istiyorum.İşte öyle güçlü bir özlem içimdeki...








Geçenlerde Murathan Mungan'ın bir yazısını okumuştum.

"Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemiğini yakarcasına özlemek çok kötü değil mi?" diyordu...








"Hiç bir insanı unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda kaldın mi hiç?
Hani ölmüş gibi, hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi, her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi. 
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek , ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana, ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi sen hala bu kadar sevgili iken? 
Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemiğini yakarcasına özlemek... 
Çok kötü değil mi? 
Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu işitememek, artık sonunun "pi" hali değil mi? 
Biliyorsun değil mi? 
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o, kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek, belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek, belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak ne zordur değil mi? 
Ne kadar eritir insanı fark etmeden. 
Sen de biliyorsun değil mi bunları? 
Bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu hiç? 
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına. 
Güzel bir kafe keşfettiğinde, güzel bir film seyrettiğinde, güzel bir şarkı dinlediğinde güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada? 
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi? 
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün oldu mu hiç? 
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç? Gözünün içine baka baka kolunu bacağını kesen bir insanın yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar oldu mu hiç? 
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine aşk şiirleri yazabildin mi? 
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara feda oldun mu hiç? 
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin, özlemini, susuzluğunu, açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç? 
Kanayan yarasını gördüğün ama merhem olamadığın zamanlar. 
Gücünün, hani o tanrısal gücünün bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu gördüğün zamanlar oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç.... 
Hiiç...
Hiç...
Bir hiç..."

Murathan MUNGAN