<< Sevgi’ye…
Herkesin hayata
dağılıp yaşamını sürdürdüğü, benim ise yalnızlığımla yalnız kaldığım
zamanlarımdı. Zorlu bir yarıştan diskalifiye olmuş, her şeyden geri kalmışlığım
olan zamanlar…
Her şey o
zamanlarda başlamıştı. Sonbaharın hükmünü hissettirdiği bir Ekim (18)
akşamında, kalabalığın içinde gördüm onu… Aynı ben gibi bakmıştı bana, içten
bir “Hoşgeldiniz” diyerek…
Karanlığın içinde
parlayan bir dua gibiydi gözleri, su gibi yalansızdı, yüreğime akan bir nehir
gibi… “Hoş bulduk” dedim boğazımda hafif bir hırıltıyla, sanki sesimi
yükseltsem kırılıp incinecekti. O kadar narin görünüyordu ki, kendini hayatın
kalabalık yalnızlığına terk etmiş gibiydi. Hani ilk bakışta aşk bu deseler,
inanırdım o anda… Sonra o akşam, ertesi akşam ve her akşam gittim onu görmeye
çalıştığı kafeye. Herkesten farklı bir dünyası vardı; izlerken ifade ettiği
mimikleri, yanımdan geçerken hissettiğim kokusu çok tanıdıktı sanki bana… 1-2
hafta sonra ilk defa bu kadar yakın olduk, bana “Kahve içer misiniz?” dedi.
“Tabii ki” dedim başımı hafifçe eğerek, tam da kafenin kapanma vakitleriydi.
Her yer toparlandı, en son benle arkadaşım, o ve patronu kalmıştık.
“Kapatıyoruz” kelimesini duymaktan korkuyordum, fakat bana “Falına bakmamı
ister misin? İçimden geldi bak.” Dedi gülümseyerek, ben de kibar bir
çapkınlıkla “Evet” dedim; her ne kadar inanmasam da yeter ki yanımda beş dakika
daha fazla otursun diye. J
Ve ilk defa biri
hayatımı bir fincandan satır satır okudu bana, sanki her anı her sıkıntıyı her
nefreti ve her mutluluğu benimle birlikte yaşamıştı. Böyle bir şey olamaz dedim
içimden ve o gece gariplikler devam etti. Rüya görmeyen ben, o gece ilk defa
rüya görmüştüm. Onu görmüştüm. Beyaz dantelli bir gelinlikle sahil kenarında
elini bana uzatarak “Gel” diyordu. Kan ter içinde uyandım ve “İşte bu benim
hayatımın kadını!” dedim. Ertesi gün telefona sarıldım, cesaret ve korkuyla
aradım onu. O kadar başka bir his ki bu anlatılmaz; sanki 20 yıldır benimleydi,
benimdi gibi, sanki dünya eksen hayat her şey ikimizin etrafında dönüyordu.
Sabah-öğlen süregelen telefon konuşmalarıyla akşamı zor ediyordum. İşten çıkar çıkmaz
soluğu yanında alıyordum, onu tanıdıkça ruh ikizim olduğunu anlıyordum.
Sevdim, sevdikçe
daha da güçlendim, güçlendikçe daha da cesaretlendim ve gördüm ki onun içinde
kocaman bir yürek, ama yüreğinin içinde de küçücük bir çocuk vardı. O kadar
zordu ki kalbine inebilmek, duvarları o kadar kalın o kadar sertti ki…
Korkuyordum bulduğum değeri kaybetmekten, her anımı her anıyla dolduran kadını
incitmekten, sevginin sevilmenin merhametin doğruluğun ne olduğunu bilen,
baktığında insanın içine işleyen su gibi gözlerini kaybetmekten korkuyordum.
Yaklaşık 4 aydır
beraberdik. Ben cesaretimi toplamıştım. 13.02.2013 akşamı “Her zaman gittiğimiz
yere gidelim mi?” diye sordum, hiç hayır demedi ki bana “olur” dedi. İş
çıkışında büyük bir heyecanla gittim yanına ve evet artık söyleyebilirdim. Çok bilmem süslü sözleri aslında ama ona
aldığım yüzüğü uzattım, gözleri dolu dolu olmuştu, bir çocuk gibi ağlıyordu ve “Evet”
demişti. Olmuştu rüyam gerçekten gerçek olmuştu. J
Ve eklemişti
gülerek “Biz seneye 14 Şubatta da evleniriz.” diye. Kalbi o kadar temizdi ki… J
Biz o gün, yani
bugün, yani tam bir sene sonra, şimdi bir sene önce evlenmiştik! >>
Bu güzel tanışma hikayelerini benimle paylaştıkları için Murat & Güniz Menteş çiftine çok teşekkür ediyorum ve hem Sevgililer Gününü hem de evlenme yıl dönümlerini kutluyorum. Aşk dolu bir ömür diliyorum. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder